Ey tabiat! Benim tanrım sensin!
Ben senin kanunlarına kul köleyim.
Kardeşimden on, on beş ay sonra dünyaya geldim diye niçin o baş belası göreneklerin zulmüne uğrayayım?
Toplumların o titizliği beni niçin haklarımdan mahrum bıraksın?
Piçmişim, alçağı, sefilin biriymişim, neden?
Benim de namuslu, şerefli bir kadının evladı kadar hatlarım düzgün, ruhum asil değil mi?
Bedenim babamın kalıbını taşımıyor mu?
Öyleyse niçin piçlik, alçaklık damgası vuruluyor bize?
Biz tabiatın gizli şehvet anlarında vücut bulurken, evliliğin soğuk, yavan ve bıkkın döşeğinde, uyku ile uyanıklık arasında vücut bulan o ahmaklar sürüsünden daha özlü, daha dinç, daha ateşli unsurlarla yoğrulmadık mı?
Ee meşru kardeşim Edgar, mirasın benim olacak!
Babamız, Edmund'u meşru oğlu Edgar kadar seviyor.
"Meşru oğlu!" Ne de güzel söz!
Hele şu mektup istediğim tesiri yapsın, hele yalanım muvaffak olsun, Edmund meşru Edgar'ı nasıl alt edermiş, o zaman görürüz.
Büyüyorum artık... Yükseliyorum.
Hadi tanrılar, koruyun piçleri!
top of page
Son Yazılar
Hepsini GörYeter artık baba! Yeter! Gerçeği kendi kulağınla işiteceksin! Senin ve benim kimler olduğumuzu. Bu evde on dakika olsun gerçeği...
bottom of page
Comments